3,5 saatlik bir uçuşun arkasından İstanbul’dan Barselona’ya ulaştığınızda karşılaşacağınız son şeyin uzun bir pasaport kuyruğu olacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Her yıl Türkiye’nin tamamı kadar turist ağırlayan Barselona bu işi çoktan çözmüş, misafirlerine Katalan topraklarına ilk adım attıkları andan itibaren fazlasıyla iyi davranıyor. Ne var ki havaalanından şehir merkezine nasıl gideceğinizi birilerine sorarak veya tabelaları takip ederek öğrenmeye çalışmak imkansız gibi. Havaalanından “Aerobus” adlı otobüslere binerek 2 Euro karşılığında 20 dakika gibi kısa bir sürede şehrin ana meydanlarından Plaza de España veya Plaza de Catalunya’ya kolayca ulaşabilirsiniz. Buradan da anlayabileceğiniz gibi Barselona gibi büyük bir şehrin trafik gibi bir sorunu yok.

Barselona’ya daha önce defalarca gitmiş biri olarak bu kez bir tur rehberi görevi üstlendim ve bu görevi çok ciddiye alarak Barselona’yı gezmenin en ideal yolunu keşfettim: Tarihi bölgelere ayırmak. Haritadan bakında ne kadar büyük görünürse görünsün, yeterince iyi ayakkabılarınız varsa Barcelona’yı kesinlikle yürüyerek gezmelisiniz.
Birinci Gün: Passeig de Gracia ve El Raval
Otelimizden çıktığımızda 5 dakikalık bir yürüyüşle Barselona’nın şık ve lüks mağazalarla dolu caddesi Passeig de Gracia’ya çıkıyoruz. Alışveriş meraklısı değilseniz bile bu caddeyi sadece üzerindeki binaların güzelliği için bile her gün boydan boya geçmekten yorulmayabilirsiniz. Her şeyin ötesinde bu kadar geniş caddeler yapmayı akıl eden insanları içten içe tebrik edebilirsiniz. Passeig de Gracia’yı yürürken görmemenizin mümkün olduğu gibi iki çok özel bina var. İkisi de efsanevi Katalan mimar Gaudí tarafından inşa edilen Casa Mila (Pedrera) ve Casa Battlò. Her ikisini de gezmek ücretli (yaklaşık 25 Euro kadar). Mimariye özel bir ilginiz yoksa kapısının önünde sıra beklemek ve içini görmek bir zorunluluk değil.

El Raval, elinize bir Barselona haritası aldığınızda eski şehir merkezinin sol tarafında kalan bölge. Passeig de Gracia’dan Plaza de Catalunya’ya ulaştığınızda La Rambla’nın sağ tarafına doğru saparsanız El Raval’ın daracık sokaklarına çıkmış olursunuz. Butik, tasarım oteller ve daracık sokaklarla kaplı bu bölgede tasarım ürünler satan küçük ve pahalı dükkanlar bulmak mümkün. Barselona’nın meşhur modern sanat müzesi “MACBA” da bu bölgede. Benim gibi modern sanatı algılamakta zorlananlardansanız MACBA’nın güzel beyaz binasına bakmakla da yetinebilirsiniz. El Raval öylesine büyük bir labirent ki tam bir rota çizmek, bir girdiğiniz sokağı bir daha bulabilmek çok zor. Ama kesinlikle görmeniz gereken bir yer El Hospital de la Santa Creu, tarihi bir hastane ve bahçesi güzel havalarda zaman geçirmek için mükemmel bir yer.


İkinci Gün: Las Ramblas, Port, Barri Gothic
İkinci gün turumuzun başlangıç noktası da Plaça de Catalunya. Dediğim gibi burası tarihi bölgeye çıkan bir merkez konumunda. Plaça de Catalunya’nın tam ortasından ileri doğru baktığınızda uzun bir cadde boyunca bir insan yığını gördüyseniz, işte orası da Las Ramblas. Las Ramblas boyunca görebileceğiniz önemli bir kaç şey var: Teatro de Liceu, Eglesia de Betlem, Palau Güell ve Monument a Colom. Teatro de Liceu tarihi bir tiyatro, anlamasam da izlerim diyorsanız tiyatro biletlerinin fiyatları da uygun. Eglesia de Betlem tarihi bir kilise, sadece dışı bile yeterince büyüleyici. Palau Güell yine mimar Gaudí’ye ait, zamanının ünlü sanayicilerinden Eusebi Güell için tasarladığı sıradışı eserlerden biri. İçine girebilirsiniz ama biletlerini önceden satın almanız tavsiye edilir. Monument a Colom’u ise görmemek imkansız. En tepesinde uzaklara doğru bakan Colom’u göreceğiniz bu oldukça uzun eser özellikle gün batımlarında ters ışıkta çok güzel pozlar verebiliyor.
Monument a Colom’dan dümdüz devam ettiğinizde Barcelona Limanı’na ulaşmış oluyorsunuz. Limanda büyük bir alışveriş merkezi, bir kaç fazla turistik restoran ve bence oldukça küçük bir akvaryumdan başka görebileceğiniz çok bir şey yok aslında. Hayatınızda ilk kez deniz veya yat limanı görmüyorsanız da uzun uzadıya zaman geçirmenizi önerebileceğim bir nokta değil.
Buradan Las Ramblas’a geri dönüp Monument a Colom’un sağ tarafında kalan ilk ara sokağa girdiğinizde Barri Gothic denilen bölgeye de resmen adım atmış oluyorsunuz. Barri Gothic bence Barcelona’nın her milimetresine kadar gezilmesi gereken bölgesi. Her köşesinde karşınıza yeni bir şey çıkma ihtimali var. O yüzden cadde cadde, sokak sokak anlatamayacak olsam da mutlaka görülmesi gereken bir kaç şey var. Plaça Reial bunlardan ilki. Ortasında büyükçe bir havuz bulunan Plaça Reial’in dört bir yanı restoranlarla çevrili. Ben olsam yine bu fazla turistik restoranlardan yemek yemek için oldukça uzak durur, bir kadeh şarap içer kalkardım. Plaça Reial’in Las Ramblas girişinden baktığınızda sağ ve sol tarafında iki çıkış olduğunu görebilirsiniz. Sağ taraf sizi İtalyan restoranlarıyla dolu bir sokağa götürürken sol taraf Barri Gothic’in en büyük caddelerinden Carrer Ferran’a gitmenizi sağlar. Carrer Ferran tam bir İspanyol caddesidir, tüm Barri Gothic gibi büyüleyici binalarla doludur. Dolayısıyla yüreğinizin seçtiği yere doğru gidin.
Carrer Ferran boyunca yürüdüğünde Barcelona’da asıl gelmeniz gereken bir kaç önemli tarihi bölgeden birine ulaşaksınız: Plaça de St Jaume. Plaça de St. Jaume’nin solundan devam ederseniz de Cathedral de Barcelona, yani La Seu’ya ve Plaça de la Seu’ya ulaşmış olursunuz. Sıra beklemek pahasına Barcelona Katedrali’nin çan kulesine çıkmalı ve Katedral ve Barcelona’ya bir de tepeden bakmalısınız. Biletleri kapıdan satın alabilirsiniz.
Barri Gothic’i gezerken arada bir karşınıza çıkan eski duvar kalıntılarının ne olduğunu merak edebilirsiniz. Bunlar taa Roma İmparatorluğu zamanından kalan eski duvarların bir kısmı. Bizde üzerinden metro geçtiği için göremediğiniz bu duvarlara iyi bakın.
Canınıza yine tapas çekerse Carre Ferran’da Orio adlı Bask barında envai çeşit tapas yiyebilirsiniz. Hatta çok ucuza istiridye tabağı bile alabilirsiniz. Tapas barlarda yediğiniz tüm tapa’ların (ki bunlara pintxo/pincho denildiğini görürsünüz) üzerine birer kürdan saplı olduğunu göreceksiniz. Bu kürdanlar ayrıca yemek sonunda hesabın hesaplanması için de kullanıldığı ve tamamen iyi niyete dayalı olduğu için kürdanlarınızı atmayın. Bir de garsonun siz gülmesini istemiyorsanız iki kişi 17 pincho yemeyin.
Paella’nın iyisi aslında Valencia’da yenir ama oraya kadar bekleyemem diyenler Barri Gothic’de, 7 Portes adlı restoranda paella deneyebilirler. Ama en azından Paella Valenciana yemeyin ki orijinalini orijinal yerinde yeme şansınız olsun.
Üçüncü Gün: Parque Güell, Sagrada Familia, Avenida Diagonal, Plaza de España
Henüz şehrin tarihi bölümü bitmemiş olsa da bir değişiklik olsun diye üçüncü gün farklı yerlere gidiyoruz.

Parque Güell, fanatik bir Katalan milliyetçisi olan mimar Gaudí’nin, Katalan sanayici Eusebi Güell ile Barcelona’nın gelişimine katkı sağlamak ve şehrin siluetini değiştirmek üzere tasarlanmış dev bir park. Kırık seramiklerle süslü, her şeyin şeker ve kurabiyeye benzediği ve Gaudí’nin diğer tüm eserleri gibi doğadan esinlendiği bu parktan Barcelona’ya yukarıdan bakabilirsiniz.
Parque Güell’den çıkınca önünüzde yokuş aşağı giden bir yol var, dolayısıyal yürümesi yorucu olmayacak. Yürüyerek Sagrada Familia’ya ulaşmak ise yalnızca 25-30 dakikanızı alacak. Önemli olan Parque Güell arkanızda kaldığında haritanın sol tarafında kalacak olan Carrer Sardenya’yı bulabilmek. Carrer Sardenya sizi doğrudan Sagrada Familia’ya çıkaracaktır.
Sagrada Familia için de biletinizi çok önceden almış ve size söylenen saatte kapıda sıraya girmiş olmalısınız. Sagrada Familia’ya giremezseniz, bence çok üzülürsünüz. Gaudí’nin doğadan esinlerek dini öğelerle harmanladığı bu bir türlü bitmeyen kilise hayatınızda görebileceğiniz en önemli sanat eserlerinden biri.
Sagrada Familia’dan çıktıktan sonra yol boyunca ilerlerseniz kendisi Avenida/Avinguda Diagonal’de bulacaksınız. Şehrin tarihi merkezini ve geri kalanı diagonal olarak bölen bu cadde boyunca görebileceğiniz çok şey yok ama gidebileceğiniz, tam halk tipi diye tanımlayabileceğim müthiş bir restoran var: Restaurante Diagonal Can Soteras (99 numaralı bina). Barcelona’da paella yemenizi önerebileceğim, aperatifleri ve tatlıları harika bir restoran, rezervasyona gerek yok ama haftasonları kalabalık olabilir. Avenida Diagonal boyunca oldukça güzel binalar var ama bunun dışında size verebileceği çok fazla bir şey yok. Diagonal size doğrudan Passeig de Gracia’ya çıkaracaktır.
Plaça de Catalunya’dan metroya binerek Plaça de Espanya’ya ulaşabilirsiniz. Plaça de Espanya’da görebileceğiniz iki şey var: Plaza de Torreos (ki artık Katalunya’da boğa güreşi yasak olduğu için bir arena değil, bir AVM’dir) ve Museu Nacional d’Art de Catalunya (MNAC). MNAC’ın önündeki Magic Fountain’ Pazartesi günleri hariç her gün müzik eşliğinde yapılan gösterilerle ünlüdür. Açılışı ise tabi ki efsanevi Freddie Mercury eseri Barcelona yapar. İnsanlar saatler öncesinden gidip, bu gösteriyi en uygun açıdan izlemek ve ıslanmamak için MNAC’ın önündeki basamaklarda yer kaparlar.
Dördüncü Gün: La Ribera, El Born ve Barceloneta
Dördüncü günde artık geriye çok bir şey bırakmamış oluyorsunuz.
Rotamızdaki ilk durak olan La Ribera bölgesinde yine ara sokaklarda ilginizi çeken bir şeyler bulmanız mümkün. Asıl görmeniz gerekense Palau de la Musica Catalana ve yemek yemek için ideal olan Mercat de Santa Caterina.
La Ribera’dan biraz saparsanız kendinizi Arc de Triunfo’da (yani Zafer Tag’ında) bulursunuz. Zafer Tag’ından Plaça de Tetuan’ı geçerseniz İspanya’nın en büyük çizgi roman evi olan Norma Comics’e ulaşırsınız ki çizgi roman fanatikleri için fazlasıyla etkileyici bir noktadır. Yine bu bölgede pek çok restorana ve enteresan butiğe denk gelmeniz mümkün. Örneğin biz uzaylı bebekler satan küçük bir dükkanda uzun süre şaşkınlığımızı atamamıştık.
El Born diye adlandırılan bölge ise aslında gece hayatının merkezi sayılabilir. Bu bölgede (sadece Salı günleri kapalı olan) Museu Picasso’yu ziyaret edebilirsiniz. (Picasso değil de Dali’yi arıyorsanız bir gününüzü daha ayırıp Girona’nın Figueres şehrini ziyaret etmelisiniz). Llotja del Mar ve Basilica de St. Maria del Mar da görmeniz gereken diğer önemli noktalar. El Born’daki favori restoranımız ise yine bir Bask barı olan Euskal Etxea. Orio’ya oldukça benzer tatlar olmasına ragmen bir rivateye göre Barcelona’nın en iyilerindendir. El Born’dan yürüyerek sahile çıkarsanız Marina’nın restoranlarla dolu bölgesine ulaşırsınız ki burası da bir şeyler atıştırmak için fena bir nokta değil.
Bu kadar gezdik, biraz da suya girip dinlelim dediğiniz noktada en yakınınızdaki plaj olan Barceloneta’ya gidebilirsiniz. Daha güney ve kuzeyde kalan plajlar kadar temiz olmasa da şehir içi plajları olmayan bir ülkeden gelen insanlar olarak bayılacağımız noktalardır.
İlginizi çekiyorsa görmeniz gereken diğer yerler: Camp Nou (Barcelona futbol takımının stadı), Montjuic (Miro Müzesi, Etnoloji Müzesi, Botanik Bahçe, Katalan Arekoloji Müzesi ve Olimpiyat Stadı’nı içeren ve Barcelona Limanı’na bakan bir tepe; denizin üzerinden geçen bir teleferikle yükseklik korkunuz yoksa gidebilirsiniz).
Barcelona’daki favor restoranlarımın listesini linkten görebilirsiniz:
https://foursquare.com/ozgesays/list/barcelona
https://foursquare.com/ozgesays/list/barcelona
Barcelona yakınlarında ziyaret edilebilecek yerler:
– Figueres
– Girona
– Peñiscola
Barcelona’dan Valencia’ya arabaya devam ederken görülebilecek yerler:- Benicassim
– Castellón de la Plana
– Sagunto
– Alboraya
– Castellón de la Plana
– Sagunto
– Alboraya