İstanbul’dan 3 saat süren bir uçuş ile Riga’ya ulaşıyoruz. Avrupa Topluluğu üyesi olan ülkeye girişte, pasaport kontrolü çok da Avrupa kültürü içerisinde değil. Tipik Rus kültüründen yeni çıkmış, çok da zarif olmayan bir pasaport kontrolünün ardından ülkeye girdik. Hava limanı yolcu çıkışında bulunan taksi şoförleri, ilk kez gelenleri bir fırsat olarak görerek, şehir merkezine götürmek için 25 Euro ücret talep ediyorlar. “Shuttle” olarak anılan otel servis şoförüne sorduğumuzda kişi başı 3 Euro civarında gidebileceğimizi söyleyince, hemen koltuklarımıza yerleşiyoruz. Hava limanı şehre çok yakın, yaklaşık 15-20 dakika sonunda konaklayacağımız otele ulaşıyoruz.
Kolonna Hotel turistik bölgenin merkezinde, eski bir binanın restorasyonu sonrasında turizme açılmış bir mekan. Odalar temiz ve bakımlı. Her şeyden önemlisi özellikle kaldığımız otelde resepsiyonda çalışan personel inanılmaz ilgili ve yardımcı. Bize yardımcı olan Ronald’ı unutmamız mümkün değil, Tallinn’e gideceğimiz otobüs biletini bile hiç bıkmadan, İnternet işlemlerinde sonuna kadar yardımcı oldu. Seyahat planlamamızda kendisine ne sorduysak anında cevaplarını aldık.
Şehri tanıma zamanı ve hemen yollara düşüyoruz. Bölge turistlere hitap edecek şekilde, canlı müzik hizmeti veren restoranlara sahip, menüleri Avrupa mutfaklarında bulunan her lezzete sahip içeriklerle oluşturulmuş olup İngilizce ve Almanca olarak düzenlenmiş. Şehir merkezi cıvıl cıvıl ve turistlere lezzet ve müzik ziyafeti hazırlamış pek çok mekan müşterilerini bekliyor. Fiyatlar kişi başı 15-20 Euro civarında akşam yemeğini karşılayacak seviyede, içeceğiniz şarap yada birayı bu bedele eklemeniz gerekiyor.
Şehrin her yanı park ve meydan denilebilir, klasik demir perde döneminin şehir peyzajını görmek mümkün, geniş cadde ve sokaklar (eski şehir merkezi hariç), araları çok açık bina yapılanmaları ve sıklıkla yeşil alan ve parklar görmek mümkün. Park içerisindeki bir köprü dikkatimizi çekiyor ve hemen resimliyoruz. Dilek tutanlar ile aşklarını kilitleyenler bir kilit alıp demir parmaklıklara takarak kilitliyorlar ve anahtarını da nehre atıyorlar.
Sokak çalgıcıları, bisikletli çek-çek arabalar iki kişilik olarak belli bir rotada tur attırıyorlar, meydanlara yerleşmiş restoranlarda canlı müzik ve dünya müziklerinin tamamını dinleyebiliyorsunuz, hediyelik eşya satanlar derken tam olarak kendinizi turist hissediyorsunuz ve şehrin bu havasına katılıyorsunuz.
Biz biraz da halkın arasına karışmak adına biraz daha arka bölgelere gittik ve sebze pazarı, balık hali benzeri yerlere uzanıyoruz, o an görülüyor ki meydanlardaki batılı düzeni ve çizgisi hiç de arka taraflarda aynısı ile devam etmiyor. Daha doğu bloku havasında, daha ucuz ama kalitesiz, özellikle yabancıların ticarete hakim olduğu, yerli halkın da çok fazla gülmediği bir havayı kokluyoruz ve gördüğümüz bize yeter diyoruz.
Yarın Estonya’nın başkenti Tallinn yönünde biletini aldığımız otobüs ile yola çıkacağız dönüşümüzde 2 gün daha Riga’da kalacağız.