Uzun bir kara yolu yolculuğu sonunda Marmaris’ten yola çıkan teknemiz 2 saat kadar süren bir yolculuktan sonra Rodos limanına giriyor.
Turistik mevsimin bittiği bir ayda, eylül sonunda Yunan adalarından Türkiye’ye yakın olan büyükçe bir ada, Rodos‘a gidiyoruz. Yaz mevsiminde çok yoğun olduğunu düşündüğümüz çarşıda iş yerlerinin çoğu kapalı, sanki sadece yerli halka hizmet verecek kadar iş yeri açık.
“Kalispera” diyerek karşılayan iş yeri çalışanları, son derece güler yüzlü ve her bir işletme, turiste nasıl davranılacağını bilen yada öğrenmiş kişiler tarafından işletiliyor. Yolculuğumuz yorucu olduğundan kaldığımız oteldeki odamıza çekildiğimizde yan taraftan gelen inşaat seslerinden uyuyamadık ve bunu resepsiyona bildirdik. Kısa bir süre sonra telefon ile resepsiyon görevlisi odamızı arayarak, 20 dakika kadar bu gürültünün maalesef süreceğini ve çalışmanın otele ait olmayan yan binadan geldiğini bildirdi. On dakika sonra odamızın kapısı çaldı ve büyük bir tabak dolusu meyve ve bir küçük şişe şarap, bardakları ile birlikte odamıza servis yapıldı ve tepsinin üzerinde özür dileyen bir otel mesajı olması, bizleri şaşırttı. Belki de insana verilen değer, bir ülkede sadece bina ve çevre düzeni ile değil, turizmin, kültür ile oluştuğunu bu yaşadığımız örnek herşeyi anlatmaktadır.
Akşam için bir meyhane buluyoruz masaları sokağa yayılmış ve kalabalık olduğundan da lezzetlerinin iyi olduğunu umuyoruz. Çay tabağı kadar küçük tabaklarda azıcık mezeler geliyor ve sürahide şarap. Uzo en fazla içilen içeceklerden ve bizim rakımızdan da çok farklı değil hatta içimi daha yumuşak ve daha fazla anason tadı hakim. Küçük tabaklarda sayılı denilecek kadar az yaprak sarma, tükürük köftesi, turşu, karides benzeri mezelerle şarabımızı yudumluyoruz.meyhanede çalan müzikler Yunanca ama hepsini Türkiye’de birtakım sanatçılarda dinlediğimize çok eminiz. Aramızda sakın ola ki bu besteleri bizimkiler buralarda dinleyip ben besteledim diye ortaya çıkıyor olmasınlar diyerek gülümsüyoruz.